Yıl:1 Sayı:5  OCAK 2001

Editörden
Künye
Kültür - Sanat

Röportaj

Adres Çubuğu
Arşiv

Anasayfa

 


MEDYA YAZILARI

Hasan KÖRÜK


İSLAMCILAR YAYINCILIĞI YENİ ÖĞRENİYORLAR (1)

İslamcı medya olur mu? Cevabı kolay gibi görünüyor ama değil. Kolay bir cevabı olsa yıllar önce bu soruya net bir cevap verilmiş olurdu. Net bir cevap ortaya çıkana kadar da bu soru sorulmaya devam edecek.

Mevcut tabloya baktığımız zaman "kartel" ve "diğer medya" diye bir ayrım söz konusu. Akredite olanlar kartel, olmayanlar islamcı medya. Ordunun kurumlarına giremeyenler STV, Kanal 7, Zaman, Yeni Şafak, Akit, Milli Gazete. Bunlar aynı zamanda bir kısım söylemlere göre de dinci(!) medya. Girenler malumunuz. Üzerinde şimdilik durmayacağız. İslamcı medyadan bahsederken bir müessese üzerine yoğunlaşmayacağız. Genel çizgilerle bir örnekleme yolunu seçeceğiz. 

Önce radyolar. 

Bundan 10 yıl önce televizyon olarak bir TRT, gazete olarak Zaman, Milli Gazete, Yeni Asya ve belki de Türkiye vardı. Radyo sadece TRT tekelindeydi. Malum, Özal "anayasayı bir kez delmekle bir şey olmaz" dedi ve deldi. O delikten özel radyo ve TV'ler fışkırdı. Bir açlık vardı. O açlık amatör yüzlerce radyo ve TV kanalıyla tatmin edilmeye çalışılır oldu. Elektronikçiler birkaç watt'lık vericilerle sevdikleri sanatçıları mahallelere dinletmeye başladılar. Kimi Ferdi Tayfur, kimi İbrahim Tatlıses, kimi de pop filan... Düğünlerde çekim için kullanacakları bir kamerası olanlar da, küçük bir verici bularak, sabahtan akşama kadar videoculardan buldukları karate filmlerini yayınladılar. Sancılı bir doğumdu. Çünkü bir meslek olarak geçmişi olmayan radyo ve televizyonculuk, hobi, hava atma, kız arkadaş bulma, bastırılmış duyguları tatmin etme aracı olarak kullanılıyordu. 

1992-93'lerde İslami cemaatler radyo ve televizyonun önemini fark ettiler. Teknolojik tebliğ aracı olarak gördükleri bu yayıncılığa tepe taklak atlayıverdiler. Ve her cemaatin bir radyosu, bir televizyonu olmaya başladı. Frekansları gezdiğimiz zaman rastladığımız radyoları şu cemaatin, bu cemaatin radyoları diye isimlendirir olduk. Her cemaat kendi mensuplarına hitap edebilecek bir radyo amaçlıyor, güzel ilahi söyleyene program yaptırıyorlardı. 15-20 kişiye yapılan sohbetler artık yüzbinlere, milyonlara ulaşabiliyordu. Cemaat üyesi kadar eleman vardı radyoları için. Ancak altyapı yoktu. Bir meslek haline dönüşemeyen radyoculuk iş bilmeyenlerin elinde kıymetini yitirdi.

Sesli yayıncılık, özellikle bir İslamcı(!) müzik patlamasına sahne oldu. Ezgi, marş ve ilahi kasetleri müthiş bir artış gösterdi. Eşref Ziya Terzi, Ömer Karaoğlu, Taner Yüncüoğlu, Mustafa Demirci isimleri doğdu. Toplumun bir kesimi kendini bu konuda aç hissettiği için ciddi bir yöneliş vardı. 

Zamanla büyük bir sektör haline dönüştü elektronik yayıncılık. Radyoculuk yavaş yavaş bir meslek olarak anılmaya başlayınca bir ihtiyaç hissedildi. Radyolar ve televizyonlar artık olması gerekene doğru dönüşüme başladı. Artık iyi olanlar kalıyordu bu sektörde. Küçükler, hobiciler, amatörler birer birer terk ediyorlardı bu hevesi. 

Türkiye'de özellikle İslami cemaatler yayıncılığın önemini anlamaya çalışırken dünya dijital bir çağa giriyor, interneti kuruyordu. Bazı cemaatler, artık cemaatleşme sürecinin sona erdiğini düşünerek cemiyetleşmeye doğru adım attılar. Global düşüncenin önemini kavramışlardı. Ama bu ufku göremeyenler, kendi kurdukları dünyada zor nefes almayı marifet sayar oldular. İşin ilginç tarafı balıklama radyoculuğa dalan cemaatler, yayıncılıkla vakıfçılığı ayırt etmeyi unutmuşlardı. Uzak ufuklara açılma diye bir kaygı olmadığından, "küçük olsun, amatör olsun, bizim olsun" mantığı hakimdi. Nitekim bu mantık yayıncılığın vakıf zihniyetiyle yapılabileceğini söyleyebilecek kadar sığ bir düşünceye sahipti. Dünyanın kullandığı kavramlar, yöntemler herhalde İslami kaynaktan beslenilmediği zannedildiği için alınmak istenmiyordu. Lakin profesyonelleşme, sektörde uzmanlaşma, kurumsallaşma fikirleri hep basit mesnet ve vakıf zihniyetine takılmayı sürdürdü. Bu kurumlar istikrar adına boş, içerik adına yavan, ileriye dönük projeler adına sıfır denebilecek birer KİT'e dönüştüler. Sıyrılanlar dünyaya seslenip kendilerini olduğu gibi kabul ettirirken, amatörlüğün çıkmaz sokaklarında kaybolanlar, girdikleri çıkmaz sokakları başarı saymaya başladılar. Kuvvetler dengesini kuramayan, dünya insanlığı için projeler üreteceklerini söyleyen topluluklar, küçük kurumları idare edemeyeceklerini görünce hak ve batıl kelamlarını sarfeder oldular. Kendilerince oluşturdukları tabuları din zannedip, tabulara uymayanları batıllıkla suçlayabilecek kadar dinden uzaklaştılar. Bu konularla uğraşmak bu insanlara irtifa kaybından başka bir işe yaramadı.

Karşı olduğum konulardan biri de radyoların müzik kutusu olmaları. Radyo bilginin en hızlı bir şekilde aktarılabileceği, en kolay ulaşılabilinecek araçtır. Bazılarının zannettiği gibi radyo bir ilim yuvası değil sadece bir pratik bilgi aktarım aracı olmalıdır. Ulusal çapta baktığımız zaman hangi radyo İslami duyarlılığı olan insanlara göre yayın yapıyor? Yakın tarihe kadar övündüğümüz Akra FM bile strateji hatasının kurbanı olmadı mı? Marmara FM'i duyamıyor yurdun büyük kısmı. Radyo 7 büyük bir gürültü ile girdi. Halk müziği yayını yaparken zamansız bir değişimle serbest müziğe geçti. Bölgesel çapta da fazla değişen bir şey yok. Özellikle hedef, yapılan ve sonuç... Herşey, basite indirgenmiş dünyada bilgi çağından korkanların icraatlarıyla ortada.

Dahası mı? Bir sonraki yazıda.

 

 
Ulusal çapta baktığımız zaman hangi radyo İslami duyarlılığı olan insanlara göre yayın yapıyor? Yakın tarihe kadar övündüğümüz Akra FM bile strateji hatasının kurbanı olmadı mı? Marmara FM'i duyamıyor yurdun büyük kısmı. Radyo 7 büyük bir gürültü ile girdi. Halk müziği yayını yaparken zamansız bir değişimle serbest müziğe geçti. Bölgesel çapta da fazla değişen bir şey yok. Özellikle hedef, yapılan ve sonuç... Herşey, basite indirgenmiş dünyada bilgi çağından korkanların icraatlarıyla ortada.

  

Anasayfa l Editörden l Künye l Kültür - Sanat l Röportaj l Adres Çubuğu l Arşiv l E-Mail