Yıl:1 Sayı:3  EYLÜL 2000

Editörden
Künye
Yazılar - Şiirler
Kültür - Sanat
Mizah
Röportaj
Medya
Sağlık
Adres Çubuğu
Sizden Gelenler
Arşiv

Ana Sayfa


Bu röportaj, 21 Temmuz 2000 tarihli 'dan  alıntılanmıştır.

 

  

 

Ömer Lekesiz, emek ve titizlik isteyen bir işi ısrarla ve iştahla yürütüyor; Türk öykücülüğünün seyrini izliyor, eleştiriyor ve birikimini kitaplara aktararak okuyucularla paylaşıyor. Öykünün izlerini süren Lekesiz'le, Türk öykücülerini ve sanat anlayışlarını ele aldığı, üç cildi yayınlanan ve beşe tamamlanması beklenen "Yeni Türk Edebiyatında Öykü" isimli kapsamlı çalışmasını ve Türk öykücülüğünü konuştuk. 

 
EDEBİYATÇI-YAZAR ÖMER LEKESİZ'LE SÖYLEŞİ...

Fadime Özkan

-Roman, Batı menşe'li ve yabancı, hikâye ise; hem yazılı hem de şifahi edebiyatımızdan beslendiği için yerli bulunur. Hikâye, edebiyatımızda neye tekâbül ediyor? Geçmişinin izi nereye kadar sürülebilir?

Edebiyatta "yerlilik", "yabancılık" farklılaştırmaları kültür örüntüleriyle ilgili bir durum. Evrensellik olgusu edebiyatın temel belirleyeni; farklar milletlerin şeylere nasıl baktıklarıyla ilgili. Hikâye, "her şeyin mutlaka bir hikâyesi" olmasıyla evrensel, ancak onu hakim bir tür olarak "bizim" kullanışımızla "millî". Bunun için de hikâye "bizim" edebiyatımızda bir yere tekabül eden değil, onu belirleyen konumundadır. Geçmişinin izi ise ontolojik kabullere kadar sürülebilir; ilk insanın kendini ifade zorunluluğundan doğup, bugüne kadar gelen etkili bir insani araç ve sanat türü.


-Hikâye ve öykü farklı 'şeyler' midir? Bu iki adlandırma bir farka mı işaret ediyor?

Milletlerin her konuda olduğu gibi sanat konusunda da birbirlerini etkiledikleri bir vakıa. Hele, bir "geridelik" konuma düşmüş / düşürülmüşseniz bu etkiye daha açık hale gelmişsiniz demektir. Batılılaşma sürecinde başta Fransız edebiyatı olmak üzere Batı edebiyatlarından fazlasıyla etkilenmişiz. Bu etkinin merkezinde yer alan gerçekçilik ve bireycilik olgusunu izleyerek, hakim türümüz hikâyenin mevcut esaslarında dönüştürmelere, değiştirmelere başvurmuşuz. Tam burada hikâyemiz ikili bir görünüm almış. Bir hikâyenin kendisi, iki hikâye olan ama hikâye gibi durmayan... Dayatmacı dil anlayışı çevresinde uydurulan "öykü" sözcüğü bu ikili durumun ortadan kaldırılmasını sağlamış; batıcıl ölçülerle yazılan hikâyenin adı zorunlu olarak öykü olmuştur. Bu tanımlamayla hem hikâye kimliğini korumuş, hem de modern hikâye kendi tanımına kavuşmuştur. 


-'Yeni Türk Edebiyatında Öykü'yü hazırlama fikri nasıl doğdu?

Yeni Türk Edebiyatında Öykü, 1890'dan 1990'a öykücülüğün, genç kuşaklara derli toplu bir portresini sunma düşüncemizin ürünüdür. Merhum Tahir Alangu'nun ve değerli bilim adamı Mehmet Kaplan'ın bu yöndeki önemli çalışmaları malumdur. Ancak konunun yeni zaman öykücülerinin de ilavesiyle daha analitik, daha eleştirel bir bakışla yeni kuşaklara aktarılması gerekiyordu; ustaların izlerinden yürüyerek bunu gerçekleştirmeye çalıştım.


-Hangi kriterleri uyguluyorsunuz?

Tüm öykücüleri almıyorum, alamıyorum. Seçerken, sanatsallığı, yazarın öykücülükteki ısrarını, yeni öykü damarları bulmuş ve bunları gereğince işlemiş olmasını, bir akımı başlatmış ya da o akımı iyi temsil etmiş olmasını göz önünde bulunduruyorum. Çözümlemelerde sağlamaya çalıştığım ilk şey, bilimsel söylemin kuruluğuna düşmeksizin edebiyat biliminin gereklerini izlemek. Analitik tutum esas olmak üzere, biraz da öykülerin tarzlarına göre klasikten yapısalcılığa kadar bir çok eleştiri yönteminden karma olarak yararlanmaya çalışıyorum.


-Türkiye'de öykü eleştirmenliği ne durumda?

Öykü eleştirmenliği zor yürüyen, meşakkatli bir iş. Bilgisel donanım, zaman ve imkan gerektiren bu işin taliplileri oldukça az. Selim İleri, Hüseyin Su, Zeynep Aliye vb. gibi zaman zaman öykü eleştirileri de yapanları dışarıda tutarsak, bu işte ısrarlı olan bir Feridun Andaç geliyor aklıma. Yine de öykü eleştirmeni sayısındaki azlığı olumlu görmek gerekiyor. Gerçekten hemen her yönüyle maliyeti yüksek bir iş bu; az olsun ama bu maliyeti yüklenebilecek nitelikte birkaç eleştirmen olsun, yeter.


YERLİ ÖYKÜCÜLÜĞÜN EN İYİ 'ON'U

-Size göre Türk öykücülüğünün en önemli on yazarı kim ve neden?

Çokça kaçtığım ama sıkça yakalandığım bir soru bu. Ama sordunuz, cevaplamalıyım. İlklerin en iyisi oluşuyla Refik Halit Karay, yer yer ırkçılığa kaçmasına rağmen, öyküye milli nitelikler yükleme ve sade bir dil çabasıyla Ömer Seyfettin, durum öykücülüğüyle Memduh Şevket Esendal, öyküde sınırsızlık sınırının en yetkin uygulayıcısı Sait Faik, toplumcu gerçekçiliğin ilk temsilcisi Sabahattin Ali, rüya estetiğinin uygulayıcısı Ahmet Hamdi Tanpınar, ironik öykücülüğün en iyi uygulayıcısı Haldun Taner, sürrealizmin tüm kapılarını zorlayan Sevim Burak, geleneksel ve modern değerleri bir zeminde kanaviçe işler gibi işleyen Selim İleri, şeylerin yüreğini resmeden Mustafa Kutlu, bence yerli öykücülüğün "en"leridir.

 

Anasayfa  l  Editörden Künye  l  Yazılar - Şiirler  Kültür - Sanat  l  Mizah  l  Medya  l  Sağlık  Adres Çubuğu  l  Sizden Gelenler  l  Arşiv  E-Mail