Çok arayıp zor bulduğum şeylerin başında sinema vardı. Gelmeden önce korkusunu yaşamış ancak yapacak pek bi şey de bulamamıştım. Yaklaşık iki ay boyunca, benim gibi sinema tutkunu bir adamın, izleyecek hiçbişey bulamaması, takdir edersiniz ki kolay katlanılır bir iş olmadı.
ŞAM FOTOĞRAFLARINDAN...
Şam'da Kayısı: Şam Sineması mı?
"Bundan iyisi Şam'da kayısı" sözünü buraya gelene dek anlayamamıştım. Çünkü
mevsimine göre taze kayısı da kuru kayısı da bol miktarda bulunabiliyordu.
Yani Şam'da kayısı bol bulunuyordu.
Oysa ben evvelden bu sözün, bir şeyin az bulunurluğunu anlatmak için
kullanıldığını düşünürdüm. Anladım ki, "Şam kayısısı" en iyi cins kayısı
imiş ve bol bulunurmuş. Yani az bulunurluktan öte mükemmelliğe işaret
edermiş.
Kayısısı bol olmasına boldu ama her şey böyle kolay bulunamıyordu, Şam'da.
Çok arayıp zor bulduğum şeylerin başında sinema vardı. Gelmeden önce
korkusunu yaşamış ancak yapacak pek bi şey de bulamamıştım. Yaklaşık iki ay
boyunca, benim gibi sinema tutkunu bir adamın, izleyecek hiçbişey
bulamaması, takdir edersiniz ki kolay katlanılır bir iş olmadı.
Sinema olmasına sinema vardı, hem de haddinden fazla. Ama gidilecek film
getirmiyorlardı.
Hep sokak arasına sığınmış, ufak tefek pek çok salon, vurdulu kırdılı Hong
Kong filmleriyle, salya sümük duygusallık ve bir türlü gelmeyen sonlarıyla
Hint filmlerine mekân olmuştu.
Koca Şam'da ilk bulduğum, elinden tutup yüzüne tükürülecek cinsten tek
sinema "Sinema'ş Şam" idi. Fakat o da
"Patriot" filmini iki ay gösterdi. Ve
ben "Patriot"u Suriye'ye gelmeden hemen önce yeterince izlemiştim.
Neyse ki bu süre zarfında Ürdün Televizyonu II. Kanalı imdadıma yetişti. Her
gece mutlaka Arapça altyazılı iyi bir filme yer veren bu haber ve sinema
kanalı sayesinde Mel Gibson'un bütün yapıtlarını yeni baştan izleme imkânı
bulduğum gibi sinemanın baş yapıtları arasına ismini yazdırmış yakın dönem
klasiği "Seven / Yedi", "Kızarmış Yeşil Domatesler" ve benzeri filmleri de
izleyebilmiştim.
Hem film seyredip hem dil geliştirmek fena sayılmazdı ama bu güzellik de
uzun sürmedi ve bizim film kanalını spor kanalı yaptılar, benim buradan da
nasibim kesildi.
Nasibim kesilmişti kesilmesine de buna üzülecek vaktim pek olmamıştı.
Sinema'ş Şam, beni sevindirecek yeni bir yayın dönemine MATRIX'le başlamıştı. Pek uzun kalmadı gösterimde. Yine de MATRIX'i bir kere de Arapça
izlemek çok güzeldi.
Ütopyaların ikinci sınıf kötü kopyalarıyla uzun zamandır yaşamaya
alıştıklarından mıdır bilinmez, Şamlılar, bilgece söylemiyle ve yenilikçi
efektleriyle sinema tarihine zirveden girmeyi başarmış bu yeni çağ
distopyasına, pek ilgi göstermediler. Konuştuğum arkadaşlardan bugüne dek
beğenenine rastlamadım. Oysa MATRIX ile aynı dönemde gösterime giren
"Charle's Angels" üç ay boyunca gösterimde kaldı.
MATRIX ile iyi bir açılış yapan sinema talihimin yeni keşiflerle keyfi
katlanarak ilerledi o günden sonra.
Bu keşiflerden en önemlisi Fransız Kültür Merkezi'nde Perşembe akşamları
yapılan film gösterimleriydi. Birçok Fransız yönetmenin filmlerini bu sayede
belli bir program içinde izleyebilmiştim. Benim için sürpriz olanı ise
Marcel Proust'un eserinden uyarlanan "Kayıp Zamanın İzinde" filmini izleme
fırsatını yakalamak oldu.
Mayıs ayını sinema ayı ilan etti Fransızlar. Bu sayede belki başka bir yerde
rastlamam imkânsız olabilecek güzel filmler izledim.
Emir Nadiri'nin "Su, Hava, Toprak" (İRAN), Nasır Hamîr'in "Çöl İşaretçileri" (TUNUS), Arturo Ripstein'in "Şans
Zengini" (MEKSİKA),
filmlerini bu güzel filmlere örnek olarak zikredebilirim.
Sonra şölen bitmek bilmedi: Hind filmleri festivali, Mısır filmleri
festivali, vs. Son günlerde Sinema'ş Şam'da birkaç kez izleme imkânı
bulduğum "Kaplan ve Ejderha"nın ise tadı hâlâ damağımda.
Şimdi düşünüyorum da "Şam'da kayısı..." Şam sineması olmasa gerek. Zor
bulunan ama bulununca da tam bulunan bir şey burada sinema. Daha doğrusu,
iyi sinema yapıtı.