altından
altın'dan ırmaklar akan
kıldan ince köprüleri bir solukta geçen yorulmamış taylarcasına
alnımızda boncuk boncuk ter
yüzümüzde bir tutam tuz lekesi
pedal çevirmek dik yokuşlardan aşağı inadına
bilmem neyin öfkesi
alınmadık hangi intikam hep bir beden büyük beden elbisemden
derimden dostlara post çıkaran ben
armağan olsun ellerimden
kendi için gülümsemeyi unutunca
insan ne yolcu şu dünyada ne de hancı
hayata yaban iklimlerdeki dağ eteklerinde açmış kekik kokuları kadar yabancı
bir şehirdeysen
ayaklarının üzerinde duramadıkça güvensiz korkulu
boş gözlerle bakan karanlıklara boş insanlar arasında
sabahı beklemek kader, ne kadar iyimsersin
bilirim sen şehreminlere de güvenmezsin
oysa yorulana kadar yüzmeli ölebilmek için insan
ayaklarının altında kum erimeli önce
damarlarında atan kan
kesilmiş bileklerinden fışkırmalı camlara bir genç kızın
düşlerinden korkan insanlara inat
düşlerde kabusu da öldürebilmeli ansızın
aşksa
yasa
ve deli gönül ferman dinlemiyorsa
dağlar padişahın da olsa ferman ferman üstüne
üşümüşsen gözlerin güneşte tutuklu
bedenin mıhlanmış alevler içine
ya ben İstanbul'u alırım bile diyememişssen daha
sus
otur, bi cigara daha yak dumansız
ve bekle
örümcek ağlarına yazılmış bir kaderdaşı körebe ürkekliğiyle.
sevdanın kitabında
yazılmamış birkaç kelime
sadece bizim bilebildiğimiz bir masal içinde masal
gerisi boş
kim ne yaptı kimler neler dedi
yedi.
yedi
yedi tepeli şehre bir çorak ülkenin ikliminden bakıp
şaşırmadan ürkmeden havasını soluduğum zamanlarda
göz gözü görmez karanlık, sis duman limanlarda
el aman demeden arşınladığım sokaklarda
gözlerimin tozlu sahaf raflarında aradığı
alnıma yazılmış kara bir gül olmadan sen daha
sekize giden
önümde yılan kıvrımı eğrilmemiş doğru yollardı yedi
bir zamanlar ezberleyemediğim surelerin ürkekliğiyle
diz çöktüğüm rahlelerde kaldı giderek mahçupluğum
oysa yaşım ne olursa olsun bitmedi çocukluğum
seni bilmeden geçen ömür hüsran içindeydi
beynimdeki aç kurtlar, için için, içimi yedi
hala onlara gülümseyebilirdim inan
gel zaman git zaman
yırta yırta damarlarımı açan şırıngadaki zehir
dost bildiklerim çıkmasaydı keşke bir bir
yedi değil onyedi kez bıçaklanırken
kalbimin en hassas ipeksi yumuşak yerlerinden
İyi niyet elçileri kapalı kapılar ardında
pusulasız pusularda saklanırken
yangın yeri bir viraneye çevirdiler yüreğimi
güvenmeseydim yaralanmazdım böyle derinden
ama sen, sen olmasaydın yanımda
düşerdim dipsiz kuyulara şüphesiz
sonrası arta kalan hayatım da
bir müsvette
taslak, yarım bir eskiz
sekiz...